Ukrayna’nın işgali ile dünya ekonomisinin toparlanması hakkındaki beklentiler kötüleşmiş durumda. Makro düzeyde politika yapıcılardan normal vatandaşa kadar tüm kesimlerin bu konuyla mücadele etme zorunluluğu daha da derinleşti. Tüm ülkeler bu konuda derin bir kayı yaşarken, özellikle artan gıda ve enerji fiyatları nedeniyle göreli fakir olan ülkelerin karşılaştıkları zorluklarla başetmek çok daha güç olacaktır.
Harvard Üniversitesi’nden Kenneth Rogoff şöyle bir uyarı yapıyor: Çin’de, ABD’de ve Avrupa’da resesyon yaşanma riski büyük ve bu riskin büyüklüğü daha da artıyor. Bir bölgede yaşanabilecek bir çöküşün diğer bölgeleri de ister istemez etkileyecek kadar kırılgan olduğu bir sistem içindeyiz.
Yale Üniversitesi’nden Stephen S. Roach’a göre revize edilen küresel büyüme tahminleri bugünün koşullarında iyimser kalmakta. Daha fakir olan ülkelere yardım ihtiyacı daha da artmakta. Gelişmekte olan ülkelerde açlığı, karışıklıkları-karmaşaları ve büyük etki doğuracak olan borç krizlerini önlemek için büyük ekonomilerin etkin işbirliği içinde olmaları gerektiği savunulmakta. Küresel gündemin ana maddelerinden birinin dış borç yapılanması için iyi işleyen uluslararası bir mekanizmanın kurgulanması gerektiği ihtiyacı Anne Krueger tarafından dile getirilmektedir.
Gelişmiş ülkelerde fiyatlar nesiller boyu görülmemiş hızda artmakta, daha pahalı hale gelen petrol ve gaz ise merkez bankalarının yönetimlerini misyonlarını yerine getirmekte zorlamakta. Merkez bankalarının varlık nedenlerinin başında fiyat istikrarını sağlamak gelir. Para politikası yapan kurumlar bir seçim yapmak zorunda kalacaklar. Bu seçim bir dengelemeyi sağlamak zorunluluğundan kaynaklanır.
Ekonomik toparlanma ve enflasyonu dizginleme arasındaki çok hassas olan denge. Dünya ekonomisi üzerinde büyük ölçüde etkisi olan Amerikan Merkez Bankası – FED, agresif bir biçimde faizleri artırmakta, bunu yanında artan fiyatların baskısının FED’in kredibilitesi üzerinde negatif etki yaratacaktır denmekte.
Nobel ödüllü ekonomist Stiglitz’e göre parasal politikaları en iyi araç olarak görmemekte, bunun yerine hedeflenmiş arz tarafında politikaların kullanımını önermekte. Enflasyonla başetmek için artırılan faiz oranlarının gelir dağılımında en altta bulunan kesimi etkileyecek şeklinde açıklama yapmıştır. ABD’de daha yüksek enflasyonun genel refah eşitsizliğini artıracağını, etnik kesimler arasında refah düzeyi farklılıklarını derinleştireceğini iddia etmekteler.
Harvard’tan Franker, parasal politika yapıcıların 2021 yılında enflasyon tehlikesini yeterince dikkate almadıklarını belirtirken, fiyat baskısını ölçümlerken daha uzun vadeli tarihsel perspektife bakmaları gerektiğinin altının çizmekte. Asıl sorunun mali piyasaları desteklemek için ne gerekirse gereksin yapalım taahhüdünün yarattığı köpüren moral tehlike, bundan dolayı da büyüyen risk alma eğilimi olduğu aktarılmaktadır.
Hem Türkiye’nin, hem dünyanın bu denli zor bir konjonktürü nasıl yöneteceği, 8 milyara yaklaşan dünya nüfusunun tümünü ilgilendirmektedir.