Not defterimde ufak ufak notlar buluyorum. Bazıları çok önemli kocakarı reçeteleri. Örneğin pelin otunun birçok böceği kaçırdığı, birçok bahçıvanın aklının bir köşesinde olan ufak bir bilgidir. Pirelenen ev hayvanlarının minderinin altına bir avuç pelin otu (Artemisia absinthium) koymanız durumunda böceklerin bu bölgede fazla kalamayacaklarını görebilirsiniz. Yalnız bu işlemi pelin otunun çiçeklenmesinden önce yapmanız gerekir. Bunun nedeni, pelin otunun çiçeklenmeden önce böcekleri kovan aktif maddeden dolu olmasıdır.
Çiçeklenme sırasında bilimsel açıklamasını bilmediğim bir durum oluşur. Pelin otunun üzeri siyah bitlerle dolar taşar. Siyah bitler için, latin çiçeği (Tropaeolum majus) dikmeye kalkmayın. Yıldız çiçeklerinde (Dahlia spp.), fasulyelerde (Phaseolus vulgaris L.) ve latin çiçeklerinde yerleşen bitlerle, pelin otundakileri ve kirazdakileri karıştırmayın.
Not defterimin arkasına fasulye ile ilgili de bir şeyler çiziktirmişim. Gerçi fasulye ekim mevsimini geçiyoruz ama yine de söyleyeyim, fasulyelerin çabuk filizlenmesi için bir gece suda bırakmanız yeterli olacaktır. Sabahına fasulyeleri bir an evvel ekmeniz gerekir. Yoksa çabuk bir şekilde çürüyorlar. Acı bakla (Lupinus spp.) ekecekseniz tohumları bir gece suda bekletmeden önce tırnak makasıyla dış kabuklarını, daha doğrusu tohumun üstündeki çıkıntıyı çıtlatmakta fayda var.
Acı baklalar da, yeni filizlenen fasulyeler de salyangoz ve sümüklü böceklerin hedefi olabilirler. Bu hayvanları uzak tutmak için kahve telvesi ile engel oluşturmanız gereksizmiş. Meğerse bu yumuşak karından bacaklıları kaçırtan şey kafeinmiş. Kahvenin aktif maddesi de insanlar tarafından içildiği için pek bir işe yaramıyormuş ama kullanılmış çayın da, kahvenin de, gübre niyetine kullanılmasında hiçbir sakınca yok.
Yalnız burada kişisel gözlemim; demlenmiş, içilmiş çayın salyangoz ve sümüklü böcekleri daha çok engelleme gücünün olduğudur. Bu gücün, çayın girintili çıkıntılı dokusuna ve de bitkinin kahveden çok daha fazla kafein barındırmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Bu hayvanları bitkilerden uzak tutmanın diğer yöntemleri; saç kırpıntıları ve ezilmiş yumurta kabuklarından engeller yapmaktır. Kıymetli bitkilerin çevresini bakır telle çevrelemek ya da saksılara çıkmalarını önlemek için çepeçevre vazelin sürmek de aklımdaki diğer yöntemler.
Bitkilerden bile elde edilse, bahçede ilaçları ve şerbetleri olanaklar el verdikçe en az miktarlarda kullanmak istiyorum. Bunun en önemli sebebi, toprağın pH’sını dolayısıyla yapısını ister istemez değiştirmek istememem. Bu sabah bahçede dolaşırken ebegümeci ailesinden (Malvaceae) gül hatminin (Alcea rosea) yaprakları üzerinde sarı (bazen turuncu da olabilir) lekeler gördüm. Bu lekelerin tam altlarında da gri, siyah lekeler oluşuyor. Söz konusu lekelerin olduğu gül hatmilerin yapraklarının, kökten yukarı doğru diğer gülhatmilerden çok daha çabuk kuruduğunu gözlemlemişimdir.
İşte söz konusu durumun da bir sorumlusu var. “Puccinia malvacearum” isimli mikroskopik mantar özellikle yağışlı geçen ilkbaharlarda çok daha fazla kendini belli eder. Latince adındanda anlayacağınız gibi ebegümeci ailesinin pas hastalığından sorumlu olan bu mantarı yok etmek için bakır hidroksitli mantar ilaçlarını kullanmaya gerek var mı, bilemiyorum. Eğer bu işten para kazanmıyorsanız hiç bu işlere soyunmayın. Çünkü her yağmurdan sonra bu mantar ilaçlarını kullanmanız gerekecek Her zaman önlem almak, ilaç kullanmaktan cebiniz ve doğa için daha faydalı oluyor. Bitkilerinizi sularken, bazı sıradışı olanların dışında kesinlikle yapraklarını ıslatmayın. Mantar hastalıklarından korunmanın ilk şartı budur.
Hastalıklara çok yakalandıkları için bahçeme elma, armut, ayva ve şeftali dikmeyi pek sevmiyorum. Etli kısımları çok olduğu için insanlar dahil birçok canlı, bu meyveleri yemek için can atıyor. Hastalıklara yakalanmak gül ailesinin (Rosaceae) kaderi midir, bilmiyorum. Üç sene önce yazdığımı hatırlıyorum, unutulduğu için tekrar yazmakta fayda var.
Güllerin hastalıklarında kullanılabilecek bitkisel ilaçlar şunlardır: Külleme ve pas hastalığı için kükürt veya tarla atkuyruğu (Equisetum arvense) şerbetini ayda bir defa püskürtmek öncelikli tedavi yöntemidir. Bunlar olmazsa sarımsak ya da solucan otu (Tanacetum annuum) dekoksiyonu püskürtülebilir. Dekoksiyon, eczacılıkta drog, burada sarımsak veya solucan otu parçaları üzerine soğuk su dökülerek 15-20 dakika kaynatılarak süzülmesidir. Elde edilen sıvı soğuduktan sonra kullanılmalıdır. Marsonia diğer deyişle kara leke hastalığına karşı bakır sülfat ya da bordo bulamacı birebir olmasına rağmen, sarımsak suyunun da çok etkili olduğuna dair yayınlar var.
Fransa’da Château de Villandry bahçıvanları güllere sene de bir defa bordo bulamacı uyguladıklarını, geri kalan zamanda rezene püskürtmenin çok yararlı olduğunu ve bu hastalıktan koruduğunu söylüyorlar. Hemen söyleyeyim daha önce kara leke hastalığı olan beyaz gülüme bordo bulamacı kullanmadan, 3 sene ayda bir rezene yağı püskürtmem pek bir işe yaramadı. Sonunda gülümü kara leke hastalığından kaybettiğimi söyleyeyim ama siz gülmeyin. Geriye kalan hastalıklardan, yaprak bitlerine sıvı sabun, tırtıl istilalarına ise Bacillus thuringiensis toksini püskürtmek şimdilik en çevreci yaklaşımlar olarak görünüyor.
Yaptığım yanlış uygulamaları da burada yazmam umarım garibinize gitmiyordur. Bu hafta da yazının sonuna geldiğimize göre, paylaştığımız resimlere bir göz etme zamanı da geldi demektir. Önce pas hastalığına yakalanmış bir gülhatmi yaprağı arkasından da, bahçemin kuraklığa dayanıklı çiçeklerinden Kniphofia uvaria. Sakın bitkinin adını nifofya diye okumayın. Alman hekim ve bitki bilimci Dr. Kniphof’un hatırasına saygısızlık olur. Onun adı kniphofiya diye okunuyor.