Seçime gidiyoruz. Eski dille, seçim sath-ı mailine girdik. Eğik düzlem diyebileceğimiz bu tanımlama, sanırım bir yola girdik ve bunun sonu seçim diye algılanabilir.
Seçim denince, partilerin önceki seçimden bu seçime kadar geçen dönemdeki performansı dikkate alınır. İktidar partisi için de, muhalefet partileri için de geçerli bu durum.
İktidar, ben yaptım, ben yaparım, yine yapacağım der. Muhalefet için onlar bana ayak bağı oldu, yapamazlar, sadece söylenirler diye yüklenir.
Muhalefet ise, sizin refah ve huzurunuzu ben sağlarım, yaşamı ben kolaylaştırırım der, iktidarı da gerekenleri yapamadılar, yaptıklarını yanlış yaptılar, beceremediler diye eleştirir.
2020’de bunları söyleyerek iktidara gelen AKP, 20 yıldır ben yaparım diyor, muhalefet de eleştiriyor.
Nereden nereye geldik? Büyük alkışlarla işbaşına getirdiğimiz iktidar çok şey yaptı. Örneğin, 2002’den sonra beş yıl içinde gelişim gösteren milli gelir, son yedi yılda sürekli küçüldü. 2023’te 25 bin dolar düzeyine getirileceği iddia edilen kişi başına düşen milli gelirimiz, 2013 yılında 12 bin 465 Dolar idi, 2021’de 9 bin 593 Dolara geriledi. 2022’de 7 bin Dolara düşeceği iddiasında bulunanlar bile var.
İktidar sahiplerinin ve yanlılarının yirmi yıllık çabaları ile nereden nereye geldik desek de, bir yıl içinde seçime gidiyoruz. İster normal zamanda, isterse erken zamanda.
Yaşanmışlıklar geride kaldı. Dünyanın en büyük 17 inci ekonomisi iken, havamız yerindeydi. Hedefimiz ilk 10’a girmekti. İlk 5’e de mesaj veriyorduk “dünya 5’ten büyüktür” diye.
Gel gelelim bugün 22inciyiz, gelecek sene 23üncü sıraya düşeceğiz.
Orta Doğunun korkulan ülkesi Türkiye, Suudi Arabistan krallığının gerisine düşmeyi hak etmiyor.
Yapılanlar ve nasıl yapıldığı, kimlere ne olanakların sağlandığı, yurt içinde ve dışında nerelerde hangi hesapların açıldığı, hangi mülklerin alındığı, gemi filolarının kurulduğu, fabrikalara, otellere çöküldüğü, uyuşturucu baronlarından ayakkabı kutularının sahiplerine kadar her şey ortada…
İşte bu noktada sözü Mevlana’ya bırakalım: Sen ne kadar bilirsen bil, senin anlatabildiğin karşındakinin anlayacağı kadardır.
Mevlana bu sözüyle ne anlatmak istedi. .Çok bilgili olabilirsin, fakat düşüncenin anlatılması sırasında karşımızdakinin bilgisini dikkate almanın yeterli olmayacağına vurgu yaptığı kesin. Aynı zamanda karşımızdakini anlamayı (empati kurmayı) ve onun diliyde konuşmamızı da öğütlüyor.
Halkın algısına dönük ifadeler önemli. Örneğin, 1970’lerdeki bir genel seçimde polis karakollarındaki durumlar için, CHP “işkenceye son” derken, Adalet Partisi “karakol duvarları camdan” sloganını kullandı ve Demirel seçimde prim yaptı. Demirel “telefon direği aşı tutmaz” derken tüm çiftçilerin anlayacağı bir sloganla onların önyargılı durumunu aşıyordu. Ecevit’in seçim bildirgesinin adı “Akgünlere” idi. Bu da bir başka örnek.
Bilgi ve belge çok. Bunların kimlere, nasıl aktarılacağı ve etki yaratılacağı siyasi partilerin ve çalıştıkları danışmanların işi.
Bertrand Russell (1870 – 1970) önemli bir düşünür. 1968’lerde kitaplarını okuyarak birçok önyargımızı kırdık, aşmaya çalıştık. Bir sözünü çok severim:
“Dünyanın asıl sorunu akıllılar hep kuşku içindeyken, aptalların daima kendilerinden emin olmalarıdır.”
Konuyu akıllı-aptal boyutundan alıp, sorgulamaktan kaçınanlar ve itaat edenlerle gelişmenin peşinde olanlar diye yorumlayabiliriz.
İktidar ve muhalefet partileri bize nasıl sorgulamayı öğretecekler veya teslim olmaya devam etmemizi sağlayacaklar, merak ediyorum. Kolay iş değil, zira hepimiz ayrı birer dünyayız^.