demiruzun@yahoo.com
Yeni bir şey değildir uzun dönemler boyunca Anadolu coğrafyası üzerinde yaşamış olan toplulukların bugünkü tarifler üzerinden hareketle kültürel kimliklerinin elle tutulur yerleşik bir tarifi zordur. Bölgenin barındırdıkları değişmez ve süreklilik arzeder özellik, çok eskilerden itibaren merkez konumuna rağmen çevrenin konjonktürel dinamiklerinin etkilerine maruz kalmış statükosudur.
Bunun sebebi coğrafyanın, tarihin bilinen en eski dönemlerinden beri çok sayıda uygarlığa ev sahipliği yapması ve adeta bir köprü olarak ezelden göz önünde ve erişilebilir olan konumudur. Anadolu’nun bütününde olamasa da çoğu zaman dilimlerinde bu hatırı sayılır coğrafyanın muhtelif bölgelerinde yaşamış, çok sayıda toplumlar, idareler, göçerek ve yerleşerek kültürlerini çevrelerine nakletmişlerdir.
Yine de Anadolu coğrafyasının bütünü olarak düşünülürse Makedonya, Pers, Roma-Bizans, Osmanlı, Türkiye Cumhuriyeti gibileri, yazının icadı ile kabul edilmiş eski devirlerinden bu yana idari hakimiyet tesisi açısından sayıca bir elin parmaklarını geçmezler.
Yeniçağ öncesini bir tarafa koyduğunuzda son altı asır ise çoklu dil, din, etnik zenginliğini bir arada tutarak entegre yaşama dönüştüren sosyal sürekliliktir. Anadolu’ya intikal eden ve sinen kimliğin en geniş manada Doğu ile Batı’nın terkibi; koşut ve de birbirine rağmen kendine özel kıvamı ile dünyanın hiçbir kesiminde böylesine tecelli etmedi.
1789 ihtilali sonrasında bir asır boyunca tüm coğrafyalara müessir olan ulus devlet formu ile her hangi bir sebeple ihtilaflarını kendi aralarında çözebilmek bir tarafa yayılma istidadında ve müdahil çevre ihtiyacında abartılı oyunlar ve planlı hesaplara giderek daha bağımlı olmuşlardır.
Son iki asır Batı Avrupa’daki sanayileşme pratiğinin önünü açarak uygarlık araçlarını çeşitlendirmesi ve tarihi akışın gelip geçici hegemon ‘Medeniyetler Çatışması’, ‘Tarihin Sonu’, ‘büyüme hızı, gelişme’ mottoları ile geçiştirilecek gibi görünmüyor, biteviye ‘kriz’ sarmalına, duçar kalınıyor.
Hayatın akışının kendileri açısından işlerini kolaylaştırmadığı, sürdürülebilirliğin mümkün olmadığının farkında olarak, makyajlamakla geçiştirmenin adı ‘büyük sıfırlama’ konsa da bunun ‘ek süre’den başka birşey olmayacağı bilinir.
Yerleşik, hareketli nüfus yoğunluğu talebin nitelik ve nicelik yönüyle dinamik seyrini Anadolu’nun tarihi serüveninde olduğu gibi eski kıtalar bünyelerinde taşırlar. Oysa kıta büyüklüğünde az nüfus barındıran büyük rezerv alanların (Sibirya, Avustralya, Alaska, Kanada vb) dar ve yoğun bölgelerdeki hengamelerden nasiplendikleri vaki değildir.
O halde yeryüzü küresinin sathı mailinde kendisini Batı isminde kerameti kendinden menkul turnusol kağıdı misali uygarlık izdüşümüyle ve ‘yavaş gel oğlum’ dercesine Doğu’yu ‘karşı bir argüman’ olarak empoze etmek nasıl bir küreselleşmenin icabı olabilir.