Ön Asya veya Anadolu olarak tarif edilen topraklarda üzerinden geçen fırtınalı bir dönemlerden sonra 20.asır boyunca okullardaki tarih öğretisi cismini dünyanın merkezi addedip etrafının bu düşünceye münhasır olarak şekillendiği görüşünü kabul etmiş bir çelişkiler yumağını andırıyordu. Önce kendi tarihi için Cumhuriyet dönemi ve onun yakın öncesi için henüz taze bir inkarcılık rüzgarları ile köpürtülen ‘tarafgirlik’ anlayışı, hamasetten siyasete nüfuz ediyordu.
Saltanat, hilafet dönemi boyunca muhtelif siyasi, mali, idari ve bürokratik katmanlar ile sağlanan manüplasyonlarda kendi aralarında rekabet ve uzlaşma arasında dolanımda etken dış güç saikleri, Cumhuriyetin kuruluş dönemi sonrası parlamenter sistem içerisinde çok partili koalisyonlar vasıtası ile işlev görecekti. Bu dönemin bir çırpıda özeti Cumhurbaşkanının aşağıdaki ifadelerindedir;
“2.Dünya Savaşı sonrasında hiçbir zaman içine tam olarak alınmadığımız, hep kenarında tutulduğumuz paktların riyakarlıkları çevresinde dönüp durduk. Bu süreçte siyasi ve ekonomik olarak kendi yolumuzu çizmeye her teşebbüs edişimizde kendimizi darbelerin, istikrarsızlıkların, krizlerin içinde bulduk”..
19. asırdan başlayıp sonraki asırda şekillendirilen ulus- devlet- sermaye formunun siyasi zeminini hazırlayan gelişmeler; Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, Rus Çarlığı ve Osmanlı Sultanlığının tasfiye süreçlerinde yaşanmıştır. Genellikle krizlerin ortaya çıktığı bölgelerde yaşayan halkların dahili meseleleri olarak algılanan gelişmeler; alıcı gözü ile bakıldığında ‘dış güçler’ etkileri olarak nitelense dahi açılımı; olsa olsa kurulan kriz masalarına eli kuvvetli oturan tarafların varlığı karşısında pasifizasyonun karşı tarafların olası çekişmelerinden doğabilecek fırsatların kollanma çabalarıdır.
Türkiye Cumhuriyeti bugün Güney sınırlarında yaşadıklarını, asırlarca Osmanlı idaresinde olan Suriye ve Irak için 1. Büyük Savaş esnasında İngiliz ve Fransızlar arasında yapılan gizli Sykes-Picot anlaşmasına müdahale edememiş olmanın neticeleri ve aradan geçen uzun yılların seyrine borçludur.
Osmanlı meşrutiyetinin 1.Büyük Savaş öncesinde bir dizi Avusturya, Rusya ve Balkan savaşlarında sürdürülebilir bir savaş ve kriz sürecinin değişmez aktörü haline getirilerek büzüşmesinde, dahili siyasi tablosunda giderek yıldızı parlatılan İttihat ve Terakki Fırkasının da dış güçlerin müteharrik payandalığını dermayan etmişliği vardır. Keza günümüzde Ukrayna- Rusya geriliminde bize göre iki devletin kendi aralarında çözebilecekleri mevzuların büyütülerek ve dışarıdan müdahaleler ile bir dünya meselesi haline getirilmesi de benzer örnektir.
Bir projenin çözümsüzlük üretmeye meyilli bir çıkışta ve çatışma seviyesinde tatbiki tercihi, diplomasinin devre dışı kalması ile doğru orantılı olabilir. Demek ki bu açıdan kaşınan yaraların ne tür niyetler ve hangi saikler ile seçimi ve öncelikleri, krizlerin neticelerinden kimlerin kaybedip kimlerin kazanıyor olduğu ile de doğru orantılıdır.
Muhakkak olan gezegen üzerinde ceryan eden hareketliliğin üzerinde etken olma açısından; yerel ve bölgesel neticeler ile giderek artış kaydeden küresel tercihler ve politikalar arasındaki mücadele haline gelmekte olmasıdır. Bu çekişmeler kitlelerin yaşamları başta olmak üzere eni konu istikrarsızlığı körüklerken haliyle ulus, devlet, sermaye üçlüsünün aralarındaki ve çevreleri ile ilgili her türlü münasebetleri riskli ve tartışılır hale getirebilir.