Profesyonel Koç / İş Geliştirme / Eğitim / Organizasyon
ergun.na@plus3three.com
Merhaba Sevgili Okuyucu,
Umuyorum ki iyisin?
Kasım ayının son haftası ve İzmir’de kış kapıyı çalıyor, belki de bazıları için çok tan çaldı. Her yıl yaşadığımız mevsimlerle birlikte olgunlaşırken, sayılar ve etkileri üzerine daha çok konuşuyoruz, değil mi? Hatta yaş aldıkça her konu hakkında konuşulacak çok şey var değil mi?
Belki de modern hayatın getirdiği hastalıklardan biri; “doyumsuzluk”; birçok bilgiye kolaylıkla ulaşıyoruz, öğreniyoruz, öğrenmezsek sanki eksik kalmışçasına, içimizdeki boşluk bizi tüketecekmiş gibi öğreniyoruz, biraz açgözlülükle belki ne dersin? Bilgi akışı o kadar hızlı, yoğun ve sayısal olarak o kadar fazla ki şöyle bir durum nefes alıp, ben nasılım? diye sormayı unutabiliyoruz.
Peki, ne oluyor? Neden sürekli bitmeyen bir öğrenme tüketimindeyiz. Öğrendiklerimizi paylaşmaya, eşitler halde paylaşmaya ne kadar açığız? “Eşitler” olarak paylaşım karşılıklı birbirini anlamayı kolaylaştıran bir bakış açısı değil mi sence? Ben bir şey öğrendim, seninle paylaşmak istiyorum ve bu paylaşım anında; senin gözlerinden bu öğrendiklerime yeni bir bakış açısını duymak beni mutlu eder, diye biliyor muyuz? Ya da ne kadar diyebiliyoruz?
Bazen “her şeyi insanlık bilse ne olur?” diye soruyorum ve sonra sorumu şöyle değiştiriyorum “Bilgi her gün değişiyor, farklılaşıyor ve Bilgelik halimizi ne kadar farkındalıkla yaşıyoruz?”. Yaşadığımız gerçeklik var olduğumuz zamanda yaşamak değil mi? Var olduğumuz yaşamda; o an için tüm bilgeliğimizle yaşamda var oluşumuza dair deneyimlere kendimizi ne kadar teslim ediyoruz?
Carl Jung “Kendimi, yalnızca içimde olup bitenlerle anlayabilirim.” demiş ve içimdekileri anlayış hikayemi eşitler bir şekilde ben dışındaki varlıklara nasıl anlatıyorum. Anlatırken karşımdaki beni sadece o anın içinden dinlemesine ne kadar izin veriyorum? İçimde her an her duygu, ihtiyaç, düşünce ve hisler yaşanırken tüm bunları tarafsızca gözlemlemeye ne kadar izin veriyorum? Elimdeki tek gerçeklik; nefesse, o olmadan ben olmazsam, ben onu ne kadar tanıyorum. Doğal halimle nefesi alışıma ve salışıma ne kadar dikkat getirdim ne zaman oldu ya da ne zaman olmasını isterim?
Nefesten, sayılara dönecek olursam, bu ay benim için bir zamanlar köklerimden koptuğum; acıdan burnumun direğinin sızladığı ve tarifsiz bir acıyla tanıştığım derin bir toprak kaymasıydı. Nefesin teslimiyetine an be an tanık olduğum o an hep kalbimde karın beyazlığına süzülen bir ışık parçası olarak kalacağını hissettiğim anların mevsimi. Bazı durumları ancak yaşayan bilir ve duygudaşlıkla dahi bağ kurulması imkansızdır. İşte o durumları yaşadığım sayıların yazıldığı bir ay benim için.
Nasıl mutluluğu arıyoruz gün be gün, belki de her an mutluluktu ve aramak yerine olmak lazımdı. İnsanoğlu bir kaybı bir an yaşar ve gidenin ardından onun hikayesine sevgisini teslim eder biraz. Ve her gün bir şeyleri ararken insan nasıl mutlu olur ki? Bilgiyi ararken insan bilgeliği nasıl deneyimler? Teslim ettiği sevgisine yenilerini nasıl katar?
Ve tek bildiğim “anlamak” hiçbir şeyi anlamamaktan geçiyordu,
Sevgi her zaman seninleydi,
Aramak ve olmak birlikte yaşıyordu,
Acılardan yürüyerek kendine ulaşıyordun.
Nietzsche’nin dediği gibi “yaşamak için bir neden’i olan kişi, hemen her nasıl’a dayanabilir” di. Varoluşumuzun nedeni işte böylesi kayıplar sonrasında kendini gösteriyordu ve yola düşenin yapacağı şey yola inanarak tüm yüreğiyle yürümekti.
Dilerim ki yolunuz sizinle olsun.
Sevgilerimle,