Siyaset ve bürokrasi, ikinci dünya savaşı sonrası dönemde taşıdıkları ideolojik zeminli resmî kimliklerinde palazlanarak kutsal devlet şemsiyesinde soğuk savaş sonrasına kadar geldiler. Demirperdenin çöküşünden sonra bu kez terörizm ve vesayet savaşları ile tek kutup telakki edilen gücün militer müdahaleleri siyaset ve bürokrasi takımını bir tarafta görünme zorunluluğu zarfında eski sözde tarafsız ve sözde saygın konumlarından uzaklaştırdı.
Devlet üst yapılanmaları son yetmiş senelik süreçte bilhassa savaş sonrası fakat galip takımın inisiyatifleri ile ve ilaveten muhtelif mülahazalarla bir uluslararası tanzime göre düzenlenmiştir.
Birleşmiş Milletler çatısı altında, Güvenlik Konseyi kontrolünde ve muhtelif alt başlıklardan kurulu komiteler, devletler alt yapılanmalarını; ideolojilerden idari rejimlere, sağlık’tan ziraat ve gıda politikalarına, mahalli kültürlerden baskın eğitim salınımına, nüfus ve göç hareketlerinden bölgesel dengelere uzanan geniş yelpazede kontrollü işgörebilme kabiliyeti ile tesis ettiler.
İstikrar denilen algı; tasarlanan kriz yönetimi tercihleri ile kontrollü olarak zamana oynamak suretiyle eldeki öznel ve nesnel araçlarla hegemonyayı sürdürebilir kılmaktır. Kullanılabilirlik açısından en mümbit ve tükenmez kaynak zaman ve nesiller’dir.
Göründüğü kadarı ile düzenin devamı uğrunda, yaşam biçimlerinin, kullanılan öznel ve nesnel araçların değişime uğraması; geliştirilen ve empoze edilen uygarlık fikriyatının ve ürünlerinin devreye alınmasına alan yaratmanın ve kontrollü dağılımının bir gerekliliği olduğudur.
Kamusal sistemlerin devlet kurumsal kimliği ile pratiği bir hayli yıpranmış durumda olmakla beraber yerine henüz daha kullanışlı alternatiflerinin risklerine binaen zaman kazanmak adına pandemi dönemi, ‘mutasyon’ özelliği ile sermaye için mükemmel bir geciktirici, öznel kurumlar için ise terbiye edici etki yaratırken yaygın kitleler için ise “filler dövüşür çayır ezilir” tabirini kullanmaya beis yoktur.
Dünya nüfusunun ezici büyük kısmını teşkil eden ve günümüzde az gelişmiş kategorisinde anılan kitleler zaten varolan müşkül vaziyetlerine ilaveten görünen odur ki salgın döneminin aşı temini ve ulaşmadaki zorluklarına da katlanacaklardır. Bu konuda bir değişiklik olmadığı da meydandadır.
Medeniyeti temsil eden hakim unsurlar; kullanılmaya müsait olan zümrelerin dışındaki ekseriyet için hayatlarında kamusal hizmet ve servis sağlayıcısı ‘devlet’ unsurunu fiilen aşındıran her türlü fırsatı gözardı etmiyorken geniş insanlık ailesine iki seçenekli tercih uzatıldığını görmemek kabil olamaz.
Salgın ilanı ile;
Fiziki çalışma hayatını sürdürebilmenin bedeli sağlık ve psikolojik risklere karşı korunmanın kişinin iradesi dışındaki belirsiz unsurlara terki anlamındadır.
Bir başka deyişle hayatın, doğanın içinde bulunmanın külfeti ağırlaşıyor. Fiziki hareket ve seyahat hürriyeti kısıtlanıyor.
Yeni bir hayat tarzı-internet- üzerinden fiziki hareket kabiliyeti kısıtlanan insan daha güvenli fakat daha az hayati bir sanal sonsuz erişilebilirliğin pranga mahkumu olarak sivriliyor. Her nasıl sa sanal hayatın ve doğa dışı kalmanın nimeti artmış görünüp, hareket ve seyahat hürriyeti sözde genişliyor.